KÖŞE YAZILARINDAN ALINTILAR…

Cumartesi, Aralık, 2011
504
Ana Sayfa ·Köşe Yazılarından Alıntılar ·KÖŞE YAZILARINDAN ALINTILAR…

“KOMİNİST” ZEKERİYA SERTEL’İN  ANILARINDAKİ ZULÜM ÇEMBERİ…
Gülhane Parkı’nda eşi ve çocuğuyla piknik yapan Zekeriya Sertel’in karşısına bir polis dikiliyor ve emniyete götürülüyor.
Eşi Sabiha Hanım’la birlikte çıkardığı “Resimli Ay” Dergisi’nde yayınladığı yazılar sebebiyle o da “itaatsızlar” safında sayılmış ve defteri dürülmek üzere gözaltına alınmıştır.
Sertel ailesinin Gülhane’de yaptığı piknik yarım kaldı. Zekeriya Bey’i alıp Ankara’ya götürdüler.
İstasyonda arkadaşı Cevat Şakir’le (Halikarnas Balıkçısı) karşılaştı. Onu da almışlardı.
Onlar da suçlarını cezaları kesilince öğrenebildiler:
Cevat Şakir’in “Hüseyin Kenan” takma adıyla yazdığı idama ilişkin bir yazı dolayısıyla tutuklanmışlardı.
İki arkadaş Ankara’da Polis Müdürlüğü’nün karanlık zindanına atıldılar.
Zekeriya Bey, geceyi kâbuslar içinde geçirdi. Rüyasında sürekli ağlıyordu.
Birden kalın bir ses onu rüyadan uyandırdı: “Ne oluyor delikanlı? Ne ağlıyorsun?”
Sesin sahibi, Manisalı bir İstiklal Mahkemesi hükümlüsüydü. Erkenden kalkmış, yatağında tespih çekiyordu.
“Nasıl ağlamam?” dedi Zekeriya Bey, “beni asacaklar.”
Adam güldü: “Seni asacaklar diye üzülme. Hakkında henüz verilmiş bir hüküm yok. Oysa ben hükmü yedim. Beni şimdi, bu sabah asacaklar. Bak, ağlıyor muyum?”
Gerçekten de bir saat sonra geldiler ve adamı alıp götürdüler. Bir daha da görünmedi.
Hücrede bulunan bir genç İstiklâl Mahkemelerinin çalışma prensiplerini birkaç cümlede şöyle özetledi:
“Burası bir cehennemdir, bir salhanedir. İstiklal Mahkemesi’ne getirilenlerin yüzde doksanı öldürülür…
Eğer mahkeme sizi savunma için bildirilen günden önce çağırırsa, hakkında idam hükmü verilmiş demektir.
Süreyi uzatmakta fayda yoktur. Yok, gününde çağrılırsanız, durumunuz şüpheli demektir. Mahkeme daha bir karara varmamıştır.
Savunma günü sonraya bırakılmışsa, kurtulduğunuza işarettir. Çünkü mahkeme aceleye lüzum görmüyor demektir…”
Zekeriya Beyle Cevat Şakir, beş gün sonra değil de üç gün sonra çağrılınca idama mahkûm edileceklerini düşünüp perişan oldular.
Ama şansları vardı: Cezaları üçer yıl sürgün ve kalebentlikti.
Cevat Şakir Bodrum’a, Zekeriya Sertel Sinop’a sürüldü.
Üç yılın sonunda Zekeriya Sertel İstanbul’a dönerken, Cevat Şakir, Bodrum’a yerleşecek ve “Halikarnas Balıkçısı” adıyla ün yapacaktır.
Şimdi Kılıçdaroğlu başta olmak üzere, CHP yöneticileri onun kitaplarını zevkle okuyorlar:
İçlerinden, yönettikleri partinin vaktiyle yaptıklarına ilişkin bir “özür” bile geçirmeden…

Alıntı : Yavuz Bahadıroğlu
——————————————————–
SENİN ATAN BİR MELEKTİ YAVRUM!…
Demek ki sadece yeni bir anayasa yapılması yetmeyecek; yeni bir tarih yazılması da gerekecek.
Resmi tarih denilen yalandan tarih yerine gerçek tarihin yazılması da gerekecek.
Çünkü ilkokuldan itibaren tarihimiz bize “Senin atan bir melekti yavrum” tarzında anlatılıyor! Oysa tarihimizin “Senin atan bir insandı; sevapları gibi günahları da vardı yavrum” tarzında anlatılması gerekiyor.
Ama bu yapılmıyor; tarihimizin günah sayfaları gizleniyor.
Benim düşünceme göre, devletin bilip de milletin bilmediği hiçbir şey olmamalı.
Devlet millet için var olduğuna göre, devletin milletten gizlisi saklısı olmamalı. Devlet olarak kendi insanlarına karşı katliamlar yapıyorsun, milletten gizliyorsun.
Devlet olarak kendi insanlarına karşı “faili meçhul” denilen cinayetler işliyorsun, milletten gizliyorsun. Yalandan tarih yazıp millete bunu okutuyorsun.
Neyse ki tarihimizdeki gerçekler geç de olsa, güç de olsa yavaş yavaş ortaya çıkıyor şimdi.
Millet öğrenmeye başladı geçmişte olup bitenleri. Yakın zamana kadar millet, yakın tarihinde olup biten gerçekler hakkında bilgi sahibi değildi.
Maalesef yakın tarihimiz, Cumhuriyet tarihimiz, Kemalistlerin zulümleriyle dolu değil mi?
Kemalistler Cumhuriyet tarihimiz boyunca dindarlar, Kürtler, sosyalistler gibi birçok kesime zulmetti.
Birçok kesimi katletti. Kürt, Alevi önder Seyit Rıza’yı da, İslamcı İskilipli Atıf Hoca’yı da, Demokrat’ların lideri Başbakan Adnan Menderes’i de, sosyalist gençlik önderi Deniz Gezmiş’i de asanlar Kemalistlerdi.
Sosyalist önder Mustafa Suphi’yi boğduranlar da, solcu yazar Sabahattin Ali’yi kafasını parçalayıp öldürenler de Kemalistlerdi.
İslamcı şair Necip Fazıl’ı, sosyalist şair Nazım Hikmet’i hapislerde çürütenler de, Türkçü yazar Nihal Atsız’ı bile hapsedenler de Kemalistlerdi.
Bunlar gibi daha birçok idam, cinayet, zulüm hep “Kemalizmi koruyup kollamak” adına gerçekleştirildi.
“Kemalizmi koruyup kollamak” adına ülkemizde birçok askeri darbe gerçekleştirildi.
Çünkü Kemalistler bu ülkede Kemalizmden başka hiçbir düşünceye hayat hakkı tanımak istemediler.
Kemalizme tapmayan kim varsa, onların kanıyla tarih yazdı Kemalistler!

Alıntı: Lütfü Oflaz
———————————————————-
ÇOK ÇALANA ÇOK AZ AZ ÇALANA ÇOK FAZLA CEZA!
Futbolda şike yapanların cezasını çok aza indiren yasa, Meclis’teki tüm partilerin onayıyla kabul edildimişti..
Siyasi görüşleri birbirlerine zıt partiler, şike yapıp trilyonları çalanların cezalarının çok aza indirilmesinde birleştiler. Ama bunlar hasta çocuğu için bir kutu ilaç, bir şişe süt, bir tane ekmek çalan yoksul insanların cezalarının indirilmesinde birleşmezler. Bakın futbol dünyası trilyonlarca paranın döndüğü bir dünyadır. Bu dünyanın göbeğinde de futbol mafyası vardır. İşte bu futbol mafyası Meclis’teki partileri teslim alıp, şike yapmanın cezasını yok denecek kadar aza indiren yasayı çıkartmaya çalıştılar. Futbol mafyası deyip geçmeyin; bunun içinde paraya, silaha hükmeden her türden güç odakları vardır. Futbol mafyası derin devlet gibi derin bir yapılanmadır.
Milyonlarca taraftarı olan futbolu yöneten de işte bu derin yapılanmadır. Peki Meclis bu derin yapılanmanın karşısında geri adım atarsa, futbolun Ergenekon’u nasıl yok olacaktır? Futbolun Ergenekon’u bile yok edilemezse, siyasetin Ergenekon’unu yok etmek nasıl başarılacaktır?
Ne yazık ki Meclis futbolun Ergenekon’una karşı geri adım atmış, şike yapanların cezaları yok denecek kadar azaltılmıştı.
Eğer Cumhurbaşkanı da bu yasayı veto etmeseydi, futbol mafyası trilyonlarca paranın döndüğü futbol dünyasında yine istediği gibi at oynatabilecekti. Yine trilyonları çalabilecek, dolandırıcılık, gasp yapabilecekti…
Bu ülkede şike yapıp trilyonları çalanlara bir yıl, Gaziantep’te olduğu gibi bir dilim baklava çalan çocuklara 27 yıl hapis cezası verilmesine rıza mı gösterilecekti?
Çok çalana çok az, az çalana çok fazla ceza verilmesine rıza mı gösterilecekti?….

Alıntı: Lütfü Oflaz
—————————————————–
ÖMÜR KONTORLERİ GİDİYOR DOSTLAR…
* Allah soracak! “Nerede kazandın ve nerede harcadın?”.
Çünkü zaten mülkün sahibi “O”.
“Zekatını, vergini verdin mi? İnfak ettin mi? Yetimi doyurdun mu?” 
“Vay o namaz kılanların haline ki! Hani o kenz edenler yok mu? O yetimin hakkını yiyenler”..

Kederler paylaşıldıça azalır, mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır.
Böyle olması gerekir.
Ama bakıyorsunuz, bir yerde yoksullar ne kadar çoksa, zenginler de, zenginlikler de o kadar çok ve büyük..
Birilerinin kan ve gözyaşı, çalınan servetleri ve alınterleri birilerinin refah ve mutluluğunun kaynağı oluyor..
Ülkeler düzeyinde de bu böyle, halklar düzeyinde de..
Sonuçta Allah(cc) bizi mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan ediyor.
Aslında zenginliği sadece paraya da indirgememek gerek.
Öte yandan her şeyin hayırlısını dilemek gerek..
Servet ve iktidar bazen dua ile istenen belaya dönüşebilir..
“Bereket” ve “kanaat” sağlık ve mutluluk için daha değerlidir aslında.
Yoksa tek başına servet, altın ve para hamallığından başka nedir ki!
İlmin de, merhametin de bir zenginlik olduğunu unutmamak gerek. Belki de para nimetlerin en alt sırasında yer alır..
“İlim ve hikmet” “..nimet verdiklerinin yoluna ilet” diye dua ederken, belki de en önde gelir..
“Gazaba uğrayanların yoluna değil” derken de, “Allah’ın verdiği ilmi, serveti ve iktidarı, gücü hakka ve hayra karşı kullananlar”dan söz edilse gerek..
Sahi kitapta “Kitap yüklü eşekler” ya da “bel’am” derken kimden söz edilir?.
Sonunda kaç günlük bir ömrümüz var ki.
Her nefes alış verişte, sayılı nefeslerimizi biraz daha tüketiyoruz..
Ömür kontörleri gidiyor.
Giderken sırtımızda kefenimizden başka ne olacak hiç düşündük mü?
Bu dünyada yaptıklarımızla ve yapmadıklarımızla, söylediklerimizle ve söylemediklerimizle, ya kendi cennetimize kendi sırtımızda tuğla taşıyor olacağız, ya da kendi cehennemimize odun!
Kiramen katibin bütün yaptıklarımızı kayda geçiyor..
Yapmamız gerekirken yapmadıklarımızı da.

Alıntı: Abdurrahman Dilipak

———————————————————-

Çeşitli Makale ve Yazılarım için:
http://www.turklider.org/TR/DesktopDefault.aspx?tabid=1583 da ” Haluk Cangökçe Gözüyle”

Araç çubuğuna atla