TARİHTEN BİR YAPRAK…

588
Ana Sayfa ·Tarih Üzerine Çeşitlemeler ·TARİHTEN BİR YAPRAK…

TARİHİMİZİ BİLMEK !…
Yakın tarihimiz bize bir masal biçiminde anlatıla geldi.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında neler yaşandı, Mustafa Kemal ve silah arkadaşları arasında neler oldu yeni yeni su yüzüne çıkıyor.
Yıllar boyu Kazım Karabekir’den Dr. Rıza Nur’un anılarına kadar dönemi anlatan her çalışma sansürlendi, yasaklandı.
Halbuki tarihi doğru bilmeden sağlıklı bir gelecek kuramayız.
***
FEVZİ ÇAKMAK PAŞA NE YAPTI NE BULDU ?..
Mareşal Fevzi Çakmak,Atatürk ve İnönü ile Kurtuluş Savaşı yıllarında birlikte oldu. İnönü`nün Köşk`e çıkardı. Ya sonrası.
Fevzi Çakmak adı, üzerinde yaşadığımız coğrafyada, 20. yüzyılın en büyük komutanlarından biri olarak tarihe geçti.

Osmanlı döneminde “Kumandan Kavaklı Fevzi Efendisi” olarak tanındı.
İlk önemli görev yeri olarak gittiği Balkanlar`da, Türk askerine yeni bir bakış açısı kazandıran, Birinci Dünya Savaşı`nda müttefikimiz olarak savaşa girdiğimiz Almanlar`a haddini bildiren komutan olarak bilindi.
Kudüs`te 7. Ordu`nun karargahını kurmak istediğinde oraya önceden konuşlanan Alman askerleri tahliye emrini dikkate almayınca, “hepsini öldürün” diyecek kadar yürekli bir komutan olan Fevzi Paşa`nın asıl misyonu, Mondros Mütarekesi sonrasında başlıyor.
Harbiye Nazırı olarak, Ankara`ya geçen Mustafa Kemal ve arkadaşlarına, İstanbul`da `içerden biri` olarak en büyük desteği sağladı.
Fevzi Paşa`nın bütün riskleri göze alarak yaptığı bu fedakarlıkları, kimileri “Ankara ekibine geç katıldı” diye eleştirmeye kalktı.
Ankara`ya ulaştığında, gördüğü ilgi ve saygı, o güne kadar hiçbir isme gösterilmemişti.
Kurtuluş Savaşı yıllarında ümidini hiç yitirmedi. Hatta, Mustafa Kemal Paşa`nın ümitsizliğe düştüğü zamanlarda bile çıkış yolu Fevzi Paşa`dan geldi.
İkinci İnönü Savaşı`nın en kritik anında muharebelerin seyrini değiştiren biri oldu.
Bilecik Üniversitesi Öğretim Görevlisi Rahmi Akbaş`ın bir araştırma kitabı olarak hazırladığı `Mareşal Fevzi Çakmak` kitabı, Fevzi Çakmak ile ilgili bugüne kadar yazılanların en kapsamlısı olarak basıldı. (Ötüken Yayınları`ndan çıkan kitap, 448 sayfa)…
İkinci İnönü Savaşı`nın en kritik anında Ankara`dan muharebelerin seyrini nasıl değiştirdiği kitapta şöyle anlatılıyor:
“Uzun boylu, genç, kumral zabit çok ağır bir ameliyat masasından kalkmış gibi bütün kanı çekilmiş, gözlerinde getirdiği haberin yası, içeriye girdi.
Mustafa Kemal Paşa’nın yanında oturduğu masanın üstünden telgrafı uzattı.
“Okumaya lüzum yok. Harbi kaybetmişiz”…
Size o anda nasıl bir sessizliğin odada hüküm sürdüğünü tarif etmek müşküldür.
Başlarımız eğildi. Daha işitmediğimiz haberin fecaatini ve bu vaziyetten doğacak felaketi düşünüyorduk.
Mustafa Kemal Paşa beş saniye telgrafa bakıyor, fakat bize bir şey söylemiyordu. Nihayet karar verdi:
“Arkadaşlar, harbi kaybettik. Dinleyiniz gelen haber şudur”.

Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa, “Buralarda düşman süvarilerini gördüğünü haber veriyor ve hemen ricat (geri çekilme) emrini verdim” diyordu.

Orduya ricat emrini verdiğini bildiren telgraf okunduğu anda, sessizce Mustafa Kemal Paşa’nın yanından ayrılan Fevzi Paşa, diğer odada makine başına geçerek görüşmelere başlar.
Durum gerçekten feci idi. İsmet Paşa, ricat emrini verdikten sonra, kendisi de karargahı ile cepheden uzaklaşmıştı.

“Garp Cephesi, karargahı ile temas temin edilip oradan yeni bir emir alıncaya kadar benim emrimdesiniz.
Ricat edilmeyecek, derhal düşmanı takibe başlayacak ve durumdan sık sık beri haberdar edeceksiniz” emrini veriyor. 

Kitaptan bir başka anekdot yine Temmuz 1921`in karanlık günlerine ilişkin. Eskişehir/Kütahya Saşavaşı`nın kaybedildiği günleri takip eden zaman dilimi.

Karargahta tek heyecanlı ve ümitli insan Fevzi Paşa idi. Dr. Adnan Bey`in Mustafa Kemal Paşa ile konuştuğun gördüm.
İkisi de odanın ortasında, ayakta duruyordu. Paşa`nın yüzü sapsarı idi. Eskişehir`den gelecek haberleri beklememi söyledi. Oturdum.
Nihayet neticeyi öğrendik. Yakup Kadri de bizimle beraber karargahta durdu. Mustafa Kemal Paşa`nın yaveri durmadan haber getirirken, Mustafa Kemal Paşa hepsine sövüyordu.
Nihayet, sabah oldu. Mustafa Kemal Paşa:
“İsmet, Eskişehir savaşını kaybetti, haydi birer fincan kahve daha içelim” dedi
Dr. Adnan biraz odadan kaybolduktan sonra geri döndüğü zaman, daima kötümser görünen yüzü gülüyor ve sevinçli görünüyordu. Mustafa Kemal Paşa:
“Neredeydin Adnan” diye sordu.
O da Fevzi Paşa ile konuştuğunu, onun için iyimser olduğunu, Yunanlılar’ı yeneceğimizi söylediğini ifade etti.
Mustafa Kemal Paşa da güldü ve Fevzi Paşa`yla epeyce alay etti. Ama yine de memnun görünüyordu. Çünkü böyle anlarda o da fala ve rüyaya inanırdı.`
Bu esnada, aranmakta olan İsmet Paşa da Çukurhisar/Eskişehir arasında bulunarak durumdan haberdar edilir ve Fevzi Paşa`nın emri bildirilir.`
Fevzi Paşa, her zaman disiplinli bir komutan oldu. Asker duruşu`nu hiçbir zaman bozmadı. Büyük Taarruz`un harekat planını mevki mevki yerinde incelemeler yaparak hazırladı.
Büyük Taarruz`un bitmesini ve takip edilen düşmanın ardından İzmir’e girilmesini günü gününe hesapladı.
Sonrasında ilan edilen Cumhuriyet döneminde, Mustafa Kemal Atatürk`ün en değer verdiği ve en çok saygı gösterdiği isim oldu. Mareşal`in içki içmediğini bilen Atatürk, onun sofrasında olduğu zamanlar içki servisi asla yaptırmadı. Gelişinde ve gidişinde hep ayağa kalkarak selamladı.
Atatürk`ün ölümünde ise herkesin kendi adını telaffuz ettiği bir günde, dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya`ya söyledikleri, `demokrat asker duruşu`nun ne olduğunu ortaya koyuyor:
“Bir ordu kumandanı, çıkıp Meclis`in seçimine müdahale ederse kendi elimle gider, orada vururum onu!..” diyecek kadar Meclis`in tercihine önem veren biri.
Genelkurmay Başkanı olarak bu sözlerle İsmet İnönü`nün önünü açan Fevzi Çakmak`ı sonraları acı bir kader bekler.
İsmet İnönü, İngiltere`ye verdiği sözü yerine getirmede Türkiye`nin İkinci Dünya Savaşı`na girmesinin önünde engel gördüğü için Fevzi Paşa`yı “yaş haddinden” emekliye ayırdı.
Fevzi Çakmak, evinde çevresinden uzak sakin günler geçirirken oturduğu eve bir gün memurlar geldi.
Milli Emlak’a ait olan evi derhal boşaltması gerektiği tebliğ edildi. Mareşal`in evin tapusunu göstermesi üzerine görevliler ayrılıp gitti.
Ancak aradan çok zaman geçmedi bu kez kapı bir başka gerekçe ile çalındı.
“İkamet ettiğiniz Çankaya`daki ev, askeri yasak bölge dahilinde olduğu için istimlak edilmesi…” diye bir tebligat yapıldı.
Ankara`dan uzaklaştırılmak istendiğini fark eden İstiklal Savaşı`nın en önemli komutanı, İstanbul`a döner.
1946 seçimlerinde Demokrat Parti listesinden bağımsız aday olur. 200 bine yakın kişinin oyu ile Meclis`e gider.
CHP`li milletvekilleri, Mareşal Meclis`te kürsüye her çıktığında onunla alay etti.

1950 Mayısında ise dünyadan ayrıldı.
İktidarının son günlerini yaşayan CHP, son ve acı intikamını Paşa`nın ölümü ardından almaya kalktı.
Radyodan Mareşal`in ölümünün duyurulmasının ardından oyun havalarına geçilmesi, halkı galeyana getirdi.
Paşa`nın cenaze törenine yüz binler katıldı. (Google’de, tüm aramalarıma rağmen, Mareşel Fevzi Çakmak’ın cenaze töreniyle ilgili tek kare Fotoğraf bulamadım!)

Rahmi Akbaş`ın “Mareşal Fevzi Çakmak” kitabı, hakkında yazılan ama basılmayan bir çok tezin de araştırılması açısından çok önemli bir eser.

Kitapla ilgili teknik bilgiler için bu linki kullanabilirsiniz
http://www.haber7.com

 ***

 

 

MAREŞEL FEVZİ ÇAKMAK’I KİMLER ÖLDÜRTTÜ ?…
Mareşal Fevzi Çakmak’ın, genel seçimlere sadece bir ay kala vefatı nedense fazla ilgi uyandırmamıştır. Oysa olayların seyrine baktığınızda tuhaf bir ölümdür bu.
Oysa olayların seyrine baktığınızda tuhaf bir ölümdür bu. Tuhaf ve şüpheli.
Üstelik eşi Fıtnat Hanım şüpheleri bizzat anlatmış olmasına rağmen iddiaların üzerine gidilmemiştir ki, nereden baksanız ilginçtir.
Nitekim halkın sadece “Mareşal” diye andığı Fevzi Çakmak, siyasete girerken akıbetini adeta sezmiş ve 1947’de düzenlediği basın toplantısında şu çarpıcı açıklamayı yapmıştı:
“CHP propagandacıları beni kastederek “o da, Demokratlar da asılacaktır” diyorlar. Evet. Bu gidişin sonunda ben de, Demokratlar da asılabiliriz.
Fakat şuna emin olsunlar ki, asılırsak sadece bu memlekete ve millete hizmet etmek istediğimiz için asılmış olacağız.”
Yoksa bu kâhince sözlerden, Tek Parti diktasını yıkmak için Demokratlar ile birlikte bir ölüm yemini ettikleri anlamını mı çıkarmamız gerekiyor?
Yorum sizin.
Öte yandan Fıtnat Hanım’ın üzerinde durduğu noktalar şöyle özetlenebilir:
1949 yazında İstanbul’a dönen Paşa, soğuk almış, zatürre olmasından korkulurken, prostattan yatağa düşmüştü.
Ameliyat olması gerekiyordu. Böylece Teşvikiye Sağlık Yurdu’na yatırılır. Tam ameliyattan bir gün önce, o zamana kadar ortalıkta görünmeyen bir doktor çıkar meydana.
Adı, Fevzi Taner’dir. (Paşa’nın ‘Günlükler’inden öğrendiğimize göre asker kökenli bir doktordur.) İlk prostat ameliyatını yapmışsa da, başarısız olmuştur.
Basında cayır cayır ameliyatın yanlış yapıldığı yazılmakta ve çeşitli şüpheler ibraz edilmektedir.
Mareşal eve geçer. Bülent Ecevit gibi hastanede bozulan sağlığı, evde düzelmeye başlar. Ancak aynı doktor onları yalnız bırakmamaya kararlıdır.
Acayip bir teklifte bulunur. Der ki, hastane masrafı çok fazla olacak, paranız yetecek mi?
Fıtnat Hanım’ın cevabı gayet nettir: “Gerekirse evimizi satmaya hazırız.”
Ancak bu esrarengiz doktor, yakalarını bırakmak niyetinde değildir.
“Hükümet size istediğiniz yerden bir apartman ve bir miktar para vermek istiyor.” deyince kafalar karışır. Bu doktor hangi yetkiyle hükümet adına konuşmaktadır?
Besbelli, CHP hükümeti 1946’da kendi saflarına çekemediği Paşa’ya çengel atmaktadır. CHP, hiç değilse Paşa’ya sahip çıkıyor görünme telaşındadır.
Hem bu, hem de bu sıkışık zamanında yapacağı teklife evet dedirtirse, ‘Bakın, Paşa bizim sayemizde apartman sahibi oldu’ diyecek, böylece önünü kesecektir.
İktidara karşı muhalefeti tek başına bir parti kadar kudretle yürüten Mareşal’e seçim rüşveti verilmek isteniyordu.
Cevap mı? Tabii ki, teklif reddedilmiştir.
Ancak Fıtnat Hanım bu her türlü oyunun döndüğü o seçim atmosferinde Paşa’nın bir suikasta kurban gitmesinden korkmaktadır.
Ne ki, esrarengiz doktorun yaptığı tıbbî hatanın düzeltilmesi gerekmektedir. Bu defa ikinci ameliyat için bastırırken görürüz doktoru’.
Diğer doktorlar ‘Acelesi yok, yazı bekleyin’ derken, o lapa lapa kar altında yapmak ister ameliyatı.
Ancak aile, tanıdığı bütün doktor ve tıp profesörlerini çağırır ve onların gözetiminde yapılan ameliyat gayet başarılı geçer. Plan boşa çıkartılmış gibidir. Şimdilik…
Aile hastaneye Fevzi Paşa’nın kan grubundan 10 şişe kan getirttiği halde, Dr. Fevzi Taner, Ankara’dan bir şişe “plazma” buldurur ve yine hastanede yeni çalışmaya başlayan bir başka doktor ve hemşireyle el birliği yaparak onu Mareşal’in damarlarına vermeyi başarır.
Bu arada dost doktorları da her şeyin normal olduğunu söyleyerek gönderir. Plan başarıyla işlemektedir.
Bundan sonrasını Fıtnat Hanım şöyle anlatıyor:
“Ben odaya girdiğimde bir hemşire ile hastabakıcı kan veriyorlardı. Kan verme 10 dakika sürdü.
Ancak 10 dakika sonra sapasağlam Mareşal gitmiş, yerine başka bir adam gelmişti. O sırada hastanede tek bir doktor bile yoktu.”
Mareşal’in titremeye başlaması üzerine hastane müdürünün evine koşar Fıtnat Hanım. Hastayı gören doktorun, “Gitti Mareşal. Benim haberim olmadan tek bir iğne bile yapılmayacak demedim mi?” diye bağırmaya başladığını söylüyor.
Kan verilmesinden sonra ateşi 41’e fırlayan Fevzi Çakmak’a yapılan tam 30 adet iğne de fayda etmeyecek ve son nefesini “Allah, Allah” diye verecekti (tarih: 10 Nisan 1950, saat: 07.35).
Sonra Ankara’dan cenazenin derhal gömülmesi için baskılar başlamıştır. Fıtnat Hanım vermez kocasının nâaşını. Yakında bir ev tutarak oraya taşıtır ve haberi duyar duymaz eve doluşan gençlerle birlikte iki gece başında nöbet bekler.
Nihayet Mareşal, ayın 12’sinde İstanbul’un gördüğü en kalabalık cenaze törenlerinden biriyle bir millet büyüğü olarak Eyüp’te toprağa verilir.
Acılı Fıtnat Hanım şunu der: “Bize rüşvet teklif eden ve serumu yaptıran doktor Fevzi Taner bir hafta sonra Ankara’dan son model siyah bir arabayla döndü.”
Ne var ki, doktorun keyifli günleri sadece 1 yıl sürmüş ve bir kaza sonucunda o da hayatını kaybetmiştir.
Fıtnat Çakmak bir cümle daha söyler ki, adeta 1 numarayı deşifre etmekte, Fevzi Çakmak’ı İnönü’nün öldürdüğünü ima etmektedir:
“İnönü kocamı hiç sevmezdi.” Öyle ya, durduk yerde bu cümleyi telaffuz etmesinin bir mantığı olmalı, değil mi? Belki daha çok şey söyledi ama bize bu kadarı yansıtıldı.
Tabii bir de şu sözleri:
“Şimdiye kadar sustum. Artık millet hakikati öğrenmeli.”
Öyleyse sormak hakkımızdır:
Şimdiye kadar yalanlanmadığı halde, 44 yıldır gazetenin deyişiyle bu ‘korkunç ifşaat’ın üzerine neden gidilmedi?
Neden bünyesi ve nabzı kontrol edilmedi?
Paşa’ya neden ve kimin emriyle plazma verildi?
Aniden ortaya çıkan doktor, işini bitirdikten sonra nasıl aniden ortadan kaldırıldı?
Unutuyordum az daha: Paşa 1947 tarihli basın toplantısında şunları eklemişti sözlerine:
“Cenab-ı Hak’tan dileğim şudur: Bana, bu milletin hak ve hürriyetlerini elinde tuttuğu günü nasip etmeyecekse bir an evvel canımı alarak bana azap çektirmesin.”
Belki de duası tuttu, kim bilir!
Not: Fıtnat Hanım’ın “korkunç ifşaat”ı, ilk olarak 1966 Eylül’ünün 29’unda İzmir’de çıkan bir haftalık gazetede (Hüryol) gündeme getirilmiş, ondan 15 gün önce de başka bir gazetede çıkmıştır.

Araştırma: Mustafa Armağan

***

Hayat susarak güzel olsaydı, ağzımı bağlar ölünceye kadar susardım.
Hayatta konuşarak mutlu olsaydık mutluluktan bıkana kadar konuşurdum ama hayat öyle bişey ki;
Sustuğunda konuşmadın diye pişman eder, konuştuğunda ise susmadın diye kahreder…(Haluk Cangökçe)

Eğer söylenecek sözünüz varsa ekleyin..
Eğer söylenecek sözünüz yoksa sözleri okuyun..
Okumaya da zamanım yok diyorsanız..
O zaman PAYLAŞ ın birileri mutlaka okur…HALUK CANGÖKÇE

Çeşitli Makale ve Yazılarım için:
http://www.turklider.org/TR/DesktopDefault.aspx?tabid=1583 da ” Haluk Cangökçe Gözüyle”

Araç çubuğuna atla